top of page

Türklerin İslâmlaşma süreci X. yüzyılda başlamıştı.

İslâmiyet ile birlikte zaten toplumda var olan mistik düşünce ve anlayış İslâmî bir kimliğe bürünerek, Türk tasavvuf anlayışının temellerini oluşturdu.

Hoca Ahmet Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu anlayışın Türk toplum hayatına yerleşmesini sağlamışlardı.

Türklerin İslâmiyetten önceki dinleri olan Şamanizm, Animizm ve Totemizmde de mûsikînin çok önemli rolü vardı. Bu dinlerin tümünde törenler müzik eşliğinde yapılırdı. Örneğin çoğunlukla hâkim olan Şamanizmde kam, baksı veya şaman denilen din adamları ellerinde kopuz ile dolaşır, dînî mesajlarını mûsikî yardımıyla iletirlerdi. İslâmiyette de mûsikîye karşı bir cephe mevcut değildir. İslâm Peygâmberi Hz.Muhammed, Kuran’ ın güzel sesle ve kâideye müstenîd âhenkle okunmasını öğütlemiştir. Tecvîd ve Kıraat işte bu rağbetin sonucunda doğmuştur ve mûsikî ile yakın ilişkileri vardır[1].


Türklerin dînî hayatlarında mûsikî her zaman yer almıştır. Özellikle tekke hayatında, âyin ve diğer dînî törenlerde (cem, zikir, deverân vs.) mûsikînin rolü büyükse de bir çok tarîkatın törenlerinde telli çalgıların yer almasına cevâz verilmemiştir. Ancak hemen hemen bütün tarîkatlerin törenlerinde bendir ile birlikte ney yer almıştır.

Bilhassa Mevlevîlikte neyin önemi çok büyüktür. Hz. Mevlânâ Mesnevî’ sine şu sözlerle başlamıştır:

“ Bişnev ez ney çün hikâyet mî küned

Ez cüdâyîhâ şikâyet mî küned

Gez neyistân tâ merâ bübrîde end

Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end

Sîne hâhem şerha şerha ez firâk

Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk ”[2]

“ Dinle neyden, zirâ o bir şeyler anlatmada

Ayrılıklardan şikâyet etmededir.

Ney der ki: Beni kamışlıktan kopardıklarından beri,

İniltim kadın - erkek herkesi ağlattı.

Ayrılık bağrımı delik deşik eylesin,

Tâ ki aşk derdini anlatabileyim.”

Hz. Mevlânâ’ ya göre mûsikî Allah’ ın lisânıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest’ te ruhlara mûsikî ile seslenmiştir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar mûsikî ile aynı duyguları paylaşabilirler. Hiçbir sanat insan rûhuna mûsikî kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfûz edemez. Mûsikî, son derece değerli bir mânevî temizlenme, ferahlama ve yücelme vâsıtasıdır. Rûhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri de ayıklayarak tedâvi eder. Mûsikî ile temizlenmeyen rûh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek mûsikî insana hayvânî hisleri hatırlatmak şöyle dursun, ona “sonsuz varlık” ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’ na yaklaştırır ve nihâyet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadâsıdır.


Hz. Mevlânâ’ nın felsefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmış ve “ nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.

“ Ney hadîs-i râh-ı pür hûn mîküned

Kıssahâ-yı ışk-ı Mecnûn mîküned [3]”

“ Ney, kanla dolu bir yoldan bahsetmede,

Mecnûn’un aşkından hikâyeler anlatmadadır.”



“ Âteş-i ışkest ke’ender ney fütâd

Cûşiş-i ışkest ke’ender mey fütâd ”[4]

“ Aşk âteşi ki neyin içine düşmüştür,

Aşk coşkunluğu ki meyin içine düşmüştür.”



“ Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd

Hem çü ney demsâz ü müştâkî ki dîd ”[5]

“ Ney gibi hem zehir, hem panzehir,

Ney gibi hem hemdem, hem müştâkı kim gördü? ”

 

NEY’İN TÜRK TASAVVUF DÜŞÜNCESİ’NDEKİ YERİ

DİNLE NEYDEN

bottom of page